HAYATIN SIRRINA YOLCULUK-2
Toprağı eşelemeye başlayan ilk insan belki de bu kadar kargaşalığa, karmaşaya, kötülüğe kapı araladığının farkında ve amacında değildi. O, doğal ihtiyaçlarını karşılamanın derdindeydi. Sonrası bir kısır döngüye dönüşen ve kartopu misali büyüyen kötülüklerin dünyası. Yalınlığını, doğallığını yitirip doğaya hükmetmeye çalıştıkça doğanın ve kendi dengesini bozan sarmala dönüşmesinin hikâyesi. Savaşa ve şiddette kurban verdiği çocuklarının ölümlerine kutsiyetler verip, cennete ulaşacakları masalıyla avunup, yerine sevişerek yenilerini üretip ölüme sürmekten çekinmeyen bir acımasızlık ve saçmalık sarmalı… Yitirdiklerinin ardından timsah gözyaşlarını dökerken yenilerini cenk alanlarına vakit kaybetmeden süren bir pervasızlığın esiri oldu.
Hayat anlık olup, istenmeyen ve beklenmeyen bir anda biter. Bu nedenle içimden geçenleri yapmanın doğruluğuna inanıyorum. Ancak yine de dışımızda, dâhili olmadığımız kişiler veya kurumlar tarafından belirlenmiş ve bize yön veren kurallara tosluyorum. Oracıkta sessizce oturup bilincime yerleşmiş bilgi yığıntılarıyla, inançlarımla baş başa kalıp iç çekişlerde bulunuyorum. Yaşayıp isteyip ulaşamadığım o bilinmezliğin içine her dalışımda hayal kırıklığı, bezginlik, keder, umutsuzluk karışımı bir duyguya sürükleniyorum.
Gözlerinin içine bakıyorum. Onu sevdiğimi söylemek için hiç anlaşılır ve elle tutulur bir nedenim yok iken gerçekten sevdiğim duygusu benliğimi kaplıyor. Hayatın garipliği ve benim dışımda şekillenmesinin verdiği buruklukla öylece bakınıyorum. Söyle diyor, karşımda sevdiğim. Bense dili tutulmuşçasına gözlerimle konuşuyorum. Sevginin ve sevmenin sırrının gözlerde saklı olduğuna, sözcüklerin bazen yetersiz kaldığına inanıyorum. Her bakışın bilinmezliği bilinene dönüştürmesinin sevinci ve coşkusuyla anlamlar yüklüyorum. Sevginin gücü benim ruhumu ferahlatıp, hafifletirken hayatın sırrının orada olduğuna sürükleniyorum. Ve her sürüklenişin beraberinde anlamsızlıkları anlamlaştırmasının huzuru ile kendimle kalıyorum. Hayatın insanın kendisinde kalmasının ve sevgilinin gözlerinde saklı olduğuna inanıyorum. Hafifleyen yüreğimin ruhumun aydınlığıyla buluşmasının sevinciyle bakışlarımdaki anlama şaşırmıyor, seviniyorum. Bakışların beni sürüklediği o derinlik deryasında;
“ Kadın diyor ki;
Seni gördüğüm an sevdim. Bana hayatım boyunca duymadığım şeyler söyledin. Onun için mutluyum. Çok mutluyum.
Adam cevap veriyor;
Bana ellerini ver, bırak öpeyim. Kelebeğim. Tam uygun bir isim. Hassas. Kelebeğim. “
Ben de tam bu ruh hali içerisinde hayatın sırrına ulaşmaya çalışırken sevgiliye bakışlarımla kilitleniyorum. Kelebeğim…
Çok derin analitik çözümlemelere, felsefi, inançsal sorgulamalara girişmeden sevginin tılsımlı gücüne kapılıyorum. Asırlardır yaşayan Tanrısal güce ulaşan kudretliler de dâhil sıradan bütün insanların arayışı o ruhi dinginlik, ferahlık, sıcaklık ve yoğunluk olması gerekirken yalnızlığa dönüşmesinin sıkıcılığıyla baş başayım. Belki de beni bu satırları yazmaya sürükleyen yalnızlığın kederidir. Çünkü insanın; ne zaman, kimi, nasıl, nerede seveceğine ilişkin reçete de, söz de yok. Ansızın yüreğinizin bir bölümüne ışıltısını bırakır, ruhunuzun yalnızlığında size eşlik eder. Giderek çoğalan bu dokunuşlar bir süre sonra sizi ele geçirir. O artık sizin için yabancı olmaktan çıkar. Yakınlarınızdakiler yabancıya dönüştükçe o’nun bir parçası oluverirsiniz. Bu size rahatsızlık veriyorsa baştan hatırlatayım; hiç bulaşmayın. Yalnızlığınızın karanlığında anlamsız ve amaçsız yaşamaya devam edin.
İnsanın doğumu ne kadar gizemliyse, ölümü de o kadar gizemlidir. Hiçbir zaman ve hiç kimse o ilk nefes aldığı anların hazzını ve duygularını ifade şansına sahip olmayacaktır. Tıpkı son nefesi verirken neler hissettiğinin bilinmezliği gibi. İki zıt anın aynı bedende vücut bulması ve yaşaması gibi…
Babamın son anlarında gözlerine baktım. Gözleri kapalıydı, son zamanlarını yaşıyordu, öleceğini hissediyordu. Mecali tükenmiş, yaşama arzusu bitmişti. Gözlerini aralaması için gösterdiği çabalar büyük güç gerektiriyordu. O kadar dermansızdı ki ne hissettiğini çıktığı ebedi yolculukta asla bilemedi, bilemezdik. Nasıl bir yere gidiyordu. Zamanın sonsuzluğuna mı, yeni bir hayatın kurulması için bekleme odasına mı? İnancıyla yaşamı arasındaki bağ ona yeni bir hayatın kapılarını aralayacak inancındaydı. Ancak son nefesinde hangi ruh halinde olduğunu ve neleri hayal ettiğini asla bilemeyeceğiz ve bilmiyoruz. Hiç kimsenin de o hallerini bize aktarıp gitmesini imkân dâhilinde görmüyorum. Tıpkı doğumun hissettirdiklerini bilemediğimiz gibi ölümün de neler hissettirdiğini bilemeyeceğiz. Belki de hayatın asıl sırrı, evet çözülemeyecek sırrı orada gizlidir.
Tepkiniz Nedir?
Beğen
0
Beğenmeme
0
Sevgi
0
Komik
0
Kızgın
0
Üzgün
0
Vay
0